Renk vermemenin anlamı nedir ?

Defne

Yeni Üye
Renk Vermemenin Anlamı Nedir?

Bütün dünyada, renkler bizim duygularımızı, düşüncelerimizi ve kültürel kodlarımızı ifade etmemize yardımcı olur. Bir duyguyu, durumu ya da ideolojiyi renkler aracılığıyla anlatırız. Ama bu yazıda, rengin "verilmemesi" meselesine odaklanacağım. Nedir bu "renk vermemek"? Kendi iç dünyamıza, dış dünyamızla olan ilişkimize, toplumsal yapıya karşı bir protesto mu? Yoksa sadece bir kaçış mı?

Bu konuda gerçekten ciddi şekilde düşündüğümde, rengin verilmemesi bir şeyleri gizleme, arka planda durma, görünmemek ya da en kötüsü "hayatın sığ sularında yüzme" hali olarak şekilleniyor. Peki, bu gerçek bir strateji mi, yoksa kaçış mı? Belki de bu soruyu birlikte keşfetmeliyiz.

Renk Vermemek: Strateji Mi, Kaçış Mı?

"Renk vermemek", ne yazık ki çoğu zaman "görünmemek" ve "söz konusu olan şeyi reddetmek" gibi algılanır. Düşünsenize; iş yerinde ya da sosyal çevrede bir konuda bir görüş beyan etmek istiyorsunuz, ancak buna cesaret edemiyorsunuz. Tam da bu noktada, “renk vermemek” kendini gösteriyor. Çünkü bir kişi, kendi görüşünü paylaşmayarak bir tür stratejik tutum sergileyebilir; fakat bu durum bazen bilinçaltında gizli bir korkunun, dışlanma endişesinin ya da sürekli bir onay arayışının bir yansıması olabilir.

Bunu, toplumda saygı ve statü kazanma arzusuyla bağdaştırmak mümkün. Belirli bir renk tonu seçmek ya da özgün bir duruş sergilemek, sosyal statüyle paralel bir risk de taşıyabilir. Düşünsenize, bu dünyada hepimiz bir tür “renk kartelası” gibi çalışıyoruz. Kimisi maviyle barışık, kimisi kırmızıyla. Bazı insanlar ise hiç renk kullanmak istemiyorlar; çünkü “ne kadar az renk, o kadar az dikkat” diyorlar. Ancak bu kadar apolitik bir tutum, bazen kendimizi tanımaktan bile kaçma biçimine dönüşebilir. “Renk vermemek” demek, bazen dünya görüşünün veya duygularının dışında durmak anlamına gelir. Bunu toplumun "başarı" kodlarıyla kıyasladığınızda, birçok kişi potansiyelini kaybeder, çünkü görünür olmanın gücü ve etkisi tartışmasızdır.

Kadınlar ve Erkekler: Stratejik Seçimler Mi, Doğal Tepkiler Mi?

Kadınların empatik bir yaklaşımı benimsemesi, "renk vermemek" meselesine dair çok ilginç bir bakış açısı yaratıyor. Kadınlar toplumda genellikle "insan odaklı" düşünürler, duygulara değer verirler ve başkalarına zarar vermemek adına bazen düşüncelerini kısıtlarlar. Bu noktada “renk vermemek” aslında bir nevi başkalarının duygularını koruma, durumun hassasiyetini göz önünde bulundurarak hareketsiz kalma arzusuyla bağlantılıdır. Erkekler ise daha çok "problemi çözmeye" odaklanırlar. Belirli bir renk verme, hedefe ulaşma, problemi çözme olarak görülür.

Kadınlar, bir görüş belirlemek için genellikle daha derin bir empatiyle hareket ederler, bu nedenle renk verme konusunda temkinli olabilirler. Toplumda "renk vermeyen" kadınlar, genellikle "duygusal" veya "savunmasız" olarak tanımlanabilir. Oysa erkekler, özellikle iş dünyasında, "renk verme" konusunda çok daha cesur olabilirler, çünkü burada başarı, güç ve kontrol üzerine kurulu bir oyun vardır.

Bu iki yaklaşım arasındaki denge, toplumun her iki cinsiyetinden de ciddi şekilde farklı stratejiler geliştirmelerine yol açmıştır. Peki, biz renkleri ne kadar seçerek ya da seçmeyerek yaşıyoruz? Kadınların duygu bazlı, erkeklerin ise hedef bazlı bir strateji izlemeleri, aslında çok önemli bir sosyal yapıyı da şekillendiriyor. İkisini harmanlamak, belki de bu toplumsal oyun için en doğru yol olabilir.

Zayıf Yönler ve Tartışmalı Noktalar

"Renk vermemek", toplumsal cinsiyet temelli bir bakış açısı geliştirdiğimizde çok daha karmaşık bir hal alır. Erkekler daha çok stratejik olarak "renk verirken" kadınlar, genellikle toplumun beklentileri doğrultusunda bunu yapmaktan çekinirler. Ancak burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, “renk vermemek” için her iki cinsiyetin de toplumsal baskıdan kaynaklanan bir çıkarı olmasındadır.

Kadınlar bazen, "renk vermemek" için duydukları baskıyı içselleştirerek, bu seçimi kişisel bir tercihe dönüştürürler. Ancak kadınların çok dikkatli ve az renk veren bir duruşu sergilemeleri, sosyal statülerinin de düşük olmasına yol açabilir. Bu, bazen sistemin kendisini besleyen bir döngüye dönüşür.

Erkeklerde ise “renk vermemek” tavrı, genellikle risk almayı veya kendini göstermekten kaçmayı içerir. Erkekler, duygusal zekalarını dışarı yansıtmadıkları zaman, toplumdan gelen beklentilere göre daha başarılı ve güçlü görünebilirler. Ancak bu, uzun vadede içsel çatışmalara yol açabilir. “Renk vermemek” bir yandan rahatlık sağlasa da, diğer yandan kendi kimliğini dış dünyaya yansıtamama gibi bir sorun oluşturabilir.

Hareket Geçti: Tartışmaya Açık Sorular!

Şimdi soruyorum, sizce "renk vermemek" gerçekten bir strateji mi, yoksa sadece bir kaçış mı? Bunu yapmak, bireysel olarak özgürleşmek mi, yoksa toplumun dayattığı kimliklerden kaçmak mı?

Ve belki daha provokatif bir soru: Erkeklerin renk vermemek için uyguladığı stratejiler, kadınların "duygusal zeka" adına kullandığı stratejilerden daha mı etkili? Kadınlar daha fazla empatik ve insan odaklı olduğu için, bu tür bir strateji onların hayatta kalabilme mücadelesinin bir parçası olabilir mi?

Belki de en ilginç soru şu: Eğer hepimiz "renk vermemeyi" seçersek, ne olur? Tüm toplum kimliksiz, renksiz bir yer haline gelmez mi?

Tartışmaya açıyorum.